Blogger Template by Blogcrowds

2010...

Antalya’dayım...

Gökyüzünü beyaz bulutlar kaplamış, araya karışmış gri bulutlar görüntüyü daha da zenginleştiriyor, biraz sabırlı olabilirsem bulutların arkasındaki masmavi gökyüzünü de görebilirim, tam tepedeki güneş ise gizlendiği yerden çıkmamakta kararlı…

2010 yılının ilk kahvesini içmek için Antalya’nın tanınmış mekanlarından Cafe extrablatt’tayım. Kış günün baharı anımsatan havasına haksızlık etmemek için dışarıdaki geniş koltuklardan birini tercih ediyorum. Hala geride bıraktığımız yılın ağırlığını üstümde; belki de bu ağırlık dün gece Topkapı rakısını kısa bir zamanda ve oldukça hızlı içmemden kaynaklanıyordur.

Ben işlek caddeden geçen araçlara, yolun kenarındaki kaldırımda yürüyen insanlara bakarken, bir garson kız elindeki menüyle gülümseyerek yanıma yaklaştı. Kızın elindeki menünün kapağına menüyü getiren kızın gülümseyen fotoğrafını basmışlar.

“Ne alırdınız?” diye sorarken menünün kapağındaki gibi gülümsüyor.

Her zamanki gibi espresso ile sıcak suyun karışımını tercih ettim.

“Bir amerikano lütfen…”


O kahvemi getirdiği sırada kendimi son bir yıldır ağırlığını bedenimde duyumsadığım olayların ve kişilerin arasında dolanıyordum. Bu kadar örselendiğim başka bir yılı anımsamıyorum; çok zor günler, zor ilişkiler, zor işler, zor engellerle karşılaşmıştım ama geride bıraktığım yıl hepsinden farklıydı…

En zoru on sekiz yıldır yaşadığım ilişkinin sonlanmasıydı; öylesine, önemsizce, çok sıradanmışçasına…

İş konusunda da sert bir kayaya toslamıştım; bugün ya da yarın çözülecek diye uğraştığım tıkanıklık kocaman bir yıla yayıldı, zorladıkça zorladı, üzdükçe üzdü, tükettikçe tüketti…

Bu yıl bir romanımın daha basılacağını düşünürken dünyayı kuşatan ekonomik krizin yayıncılık sektörüne de yansıması üçüncü romanımın basılmasına engel oldu…

2009 yılında İstanbul Şehir Tiyatrosu’nun repertuarına alınan ‘Ölümün Kıyısında’ adındaki oyunumun sahnelenmesi son dakikadaki beklenmedik bir gelişmeyle sonraki yıllara ertelendi…

Kısa film çekme düşüncesinde hiçbir ilerleme olmadığı gibi doğru düzgün fotoğraf çekmesini de öğrenemedim…

Her şey bu kadar kötü değil tabi ki!

‘Yazarın Ölümü’ adındaki sekizinci romanımı 2009 yılının ortalarında tamamladım; iyi bir roman daha yapmanın mutluluğunu yaşadım, bu romanımı da diğerleri gibi çok sevdim, kendi kendime…

‘Zor Oyun’ ve ‘Gerdek Gecesi’ adında iki tiyatro oyunu yazarak evlilik ilişkisi üstüne düşündüğüm üçlemeye tamamlamış oldum. Bu yılın son günlerinde çevre dostu bir çocuk oyunu yazdım; bu kadar hızlı yazabildiğime ben bile şaşırdım…

Bir dizi film projesinin ilk üç bölümünün senaryosunu yazarak bir köşeye bıraktım, yeterince hızımı alamamış olmalıyım ki, başka bir proje için de bir televizyon filminin senaryosunu yazdım; bu televizyon için yaptığım çalışmaların varacağı noktayı çok merak ediyorum…

Yirmi yıl önce ‘Peri Kızı’ adında dört bölümlük bir dizide başrol oynamıştım, bu yıl da ‘Kırmızı Işık’ adındaki bir dizi filmde konuk oyuncu olarak rol aldım; yirmi yıl önceki heyecanları anımsamak iyi geldi…

2010 yılında yapacaklarıma gelince; Tutkun’la birlikte yaşamanın tadına varılacak, az işle daha çok kazanmanın yolları zorlanacak, heyecan verici ilişkilere göz kırpılacak, gece hayatı biraz daha renklendirilecek, daha çok sanatsal olayların içinde olunacak, ister istemez 2009 yılındaki sıkıntıları üstümden atmamı sağlayacak bir roman yazılacak, blog yazılarından taviz verilmeyecek, bir yerlerde köşe yazısı yazmanın olanakları araştırılacak, yazarlık yolculuğumun geniş kitlelere ulaşabilmesi için sınırlar zorlanacak, Antalya’ya daha sık gidilerek daha uzun süreler kalınacak, yedi yıldır aralıksız emek vererek Bilkent Sport İnternational’daki arkadaşlarımın arasında kariyer yapmayı başardığım voleybola yeniden dönülecek, bir fotoğrafçılık kursuna başlanacak, birlikte kısa film çekmek konusunda çevremdeki dostlar zorlanacak, mutlu olunacak, dostlarımın mutluluklarını katkıda bulunulacak, bir de geçen yıl neler yaptığımı ya da bu yıl neler yapacağımı soranlara bu yazıyı okuması söylenecek, 2011 yılının ilk gününde bu yazı yeniden okunarak hedeflerimin ne kadar yakınlarında dolandığım anlaşılacak…

Ben yukarıdaki satırları tamamlayana kadar ikinci amerikano içildi, bu arada gökyüzündeki bulutlar yerini başka bulutlara bıraktı, bazen azaldılar, bazen daha da çoğaldılar, gün boyunca kendini göstermeden Antalya’yı ısıtan güneş sonunda yerini akşamın karanlığına terk etti, ben de kararan havanın serinliğinde son satırlarımı Cafe extrablatt’ın içindeki deri koltukların birinde tamamladım…

“Pardon, bakar mısınız?” diye garsona seslendiğim sırada bu satırları yazıyordum.

“Buyrun,” dedi menüdeki gülümseyen garson kızın yerini alan bir başka garson.

“Hesap lütfen…”

2 yorum:

Sevgili Arkadaşım,
Düşlediklerini, planladıklarını başaracağını biliyorum.
Yeter ki sen düşlemeye devam et...

Sevgiyle...

Ümran

Perşembe, 07 Ocak, 2010  

Sevgili ümran,

Bu satırlarınla seni nasıl yanımda hissettiğimi anlatamam...
Teşekkürler...

Cuma, 08 Ocak, 2010  

Sonraki Kayıt Önceki Kayıt Ana Sayfa