Blogger Template by Blogcrowds



Üç kadın ve on bir erkek…
2.840 metreden 5.364 metredeki Everest Ana Kampı’na tırmanarak dünyanın en zorlu yüksek irtifa yürüyüşlerinden birini gerçekleştireceğiz. Aynı zamanda Nasuh Mahruki ve Yılmaz Sevgül’ü 8.850 metredeki Everest’in zirvesine uğurlayacağız. Bunun için sekiz gün boyunca teknik dağcılık malzemeleri kullanmadan tırmanmamız ve aynı yolu üç gün içinde inerek yüz elli kilometreye yaklaşan parkuru tamamlamamız gerekiyor. Açık alanlarda tuvalet ihtiyacımızı karşılayacak, deterjanın kullanılmadığı mutfaklarda yemeklerimizi yiyecek, pis yataklarda yatmamak için uyku tulumlarımızda geceleyeceğiz. Her ulaştığımız yükseklikte oksijen miktarının biraz daha azalacağı ve atmosfer basıncındaki değişimin ‘Akut Dağ Hastalığı’ adı verilen ölümcül bir rahatsızlığa neden olabileceği söyleniyor…

Önümüzde ‘yak’ adı verilen hayvanlar, biz onların peşinde, her yerde dalgalanan dua bayraklarının altından geçerek ya da dua çemberlerini çevirerek Lukla’nın dar sokaklarında yürüyüşümüze başlıyoruz. Dua bayrakları rüzgarın etkisiyle dalgalandıkça ya da dua çemberleri döndürüldükçe, üstündeki dualar gökyüzüne ulaşmakta, insanlığa iyilik ve güzellik dağıtmaktaymış. Dünyanın en yüksek dağları arasında yürürken ‘Om mani padne hum…’ sevecenlik mantrası kulaklarımızda yankılanıyor. Muhteşem görüntüsüyle karşımıza çıkan Kusum Khangkaru Dağı ‘Namaste’ diyerek bizleri selamlıyor. İlk gecemizi geçireceğimiz Phakding’e kıvrılarak ilerleyen patika yollardan ulaşıyoruz. Biz erkekler oflaya puflaya çaylarımızı yudumlayarak yorucu geçen saatlerimizi değerlendirmekteyiz. Bir ses sanatçısı olarak Antalya’da yaşayan Burcu küçük çocuklarla oyunlar oynuyor. İki kadın arkadaşımız ise yüz bakımlarını yapmış ve kıyafetlerine çeki düzen vermiş bir halde yanımızdan geri dönüyor.

İkinci gün dar patika yolumuz çam ormanlarının arasına yöneliyor. Bu patikada olmayan tek şey araç trafiği; ne bir araba, ne bir bisiklet, ne bir korna sesi; ne de bunlara yön verecek bir trafik polisi! Yüz kiloya yaklaşan yükleriyle aynı rotayı izlediğimiz Şerpalara hayran olmamak elde değil! En sonunda ürkütücü bir köprüyü geçip, toz toprak içindeki patikayı tırmanıp, 3.440 metredeki Namche Bazar’a ulaşıyoruz. İki gündür ayrı yürüdüğümüz Nasuh Mahruki ve Yılmaz Sevgül’le burada buluşacağız. Yol arkadaşlarımızdan birinin Nasuh’un eşi Mine olduğunu da belirmeliyim. Birbirlerine özlemle sarılışları hafızamızda yer ediyor.

Üçüncü günün aklimatizasyon yürüyüşünde tozlu patikaların sonu gelmiyor. Zorlu yokuşları inip çıkarak, yaklara yol vermek için yamaçlara kaçarak ya da asma köprülerin öteki ucunda karşımızdan gelenleri bekleyerek ilerliyoruz. Köylerden geçerken çamaşır yıkayan kadın ve erkekler hepimizin dikkatimizi çekiyor. Bir çeşme başında uzun saçlarını yıkayan kadın, evinin kapısında saçlarını tarayan başka bir kadın, burnu akan çocuklar, küçük kardeşlerine bakıcılık yapan büyük kardeşler, küçücük bakkal dükkanları, penceresi olmayan evler…
Dördüncü günün sabahında üç erkek arkadaşımız zorlu trekking macerasına devam edemeyeceğini söylüyor. 2010 Everest ekspedisyonunun sponsorluğunu yapan Hakan Karaca’yla ilk ayrılanın kadın trekkingcilerimizden biri olacağını düşünmüştük. Yanıldığımız ortaya çıkıyor. 3.820 metredeki Deboche’ye ilerlerken botlarımızın üstündeki tozlardan fazlasıyla rahatsız oluyoruz.
“Akşam pantolonumdaki tozları çıkarmak için saatlerce uğraştım,” diyen Aylin ise önünde yürüyen Mine’ye dert yanıyor.
“Ben de kolonyalı mendille sileyim dedim ama sildiğim yerlerde kolonyanın lekesi kaldı,” diyen Mine’nin de arkadaşı kadar dertli olduğu ortada.

Belli belirsiz bir baş hareketiyle dört gündür ayağımdan çıkarmadığım pantolonuma bakıyorum. Krem renkli trekking pantolonum kahverengimsi bir renk almış. Bir yola kadınlarla beraber çıktıysanız ister istemez bu tür ayrıntıların farkına varıyorsunuz. Günün son molasını için Tengboche Tapınağı’nın bulunduğu meydandayız. Budist rahiplerin dolaştığı bahçede ve tapınak binasının içinde bolca fotoğraf çekiyoruz. Uygun bir tapınak bulabilirse Nepal’de kalmayı düşünen Burcu’nun fazlasıyla etkilendiği gözümüzden kaçmıyor. Onu Budist tapınağında bırakmamak için elimizden gelen çabayı gösteriyoruz. Akşam yemeğinden sonra yakların çanlarından çıkan sesleri dinleyen Burcu ise bir tapınakta yaşamanın hayalini kuruyor olmalı…

Beşinci günün sabahında 4.240 metredeki Pheriche’ye tırmanma hazırlıkları yaparken erkek arkadaşımızdan birine daha veda ediyoruz. İleri doğru gidenlerin arasında devam etmek ya da bırakmak kaygısı hala sürüyor. Ayak damarındaki rahatsızlık yüzünden kortizon tedavisiyle yürüyüşünü sürdüren Aylin’in direnci ise hepimizi şaşırtıyor. Yine tırmanışlar, yine inişler ve bir saatlik yürüyüşün sonrasında Ama Dablam Dağı bütün haşmetiyle kendini gösteriyor. Panoramik keyfine doyum olmayan bir yoldayız; sağ tarafımızdaki nehir gözümüzün görebildiği noktaya kadar uzanıyor, kulaklarımızda coşkuyla akan suların çağıltısı, her adımda biraz daha yaklaştığımız bulutlar…
Altıncı günün aklimatizasyon tırmanışında üç tane 8.000’lik dağ aynı anda karşımıza çıkıyor. Muhteşem bir manzara! Ne kadar şanslı olduğumuzu söyleyen rehberimiz “Everest, Lhotse, Makalu…” diyerek hangi dağın hangisi olduğunu gösteriyor.

Yedinci günün 4.910 metredeki Labuche tırmanışında fazlasıyla zorlanıyoruz. Bir erkek arkadaşımız trekkingi yarım bırakmanın eşiğinden son anda dönüyor. İri kayaların arasında yürüyerek Khumbu Buzulu’ndaki anıt mezarlara ulaşıyoruz. Üst üste konulmuş taşlardan oluşan mezarların çoğunda isim yok. Bir taş parçası da biz ekleyerek Everest dağlarında yaşamlarını yitirenleri anıyoruz. Labuche’ye ulaştığımızda bir Serpanın Akut Dağ Hastalığı’ndan öldüğünü öğrenmek hepimizin moralimizi bozuyor.

Son tırmanış günümüzde Akut Dağ Hastalığı’nın pençesinde kıvranan ben oluyorum. Bir türlü istediğim gibi nefes alamıyor, sabaha kadar boğularak öleceğimi düşünerek can çekişiyorum. Yine de Everest Ana Kampı’na doğru yola çıkmaktan vazgeçmiyorum! Ekibimizden geriye kalan yedi erkek ve üç kadın trekkingciyle Ağrı Dağı’ndan daha yüksek bir noktada yürümeye başlıyoruz. Khumbu Buzulu’nun üzerindeki yürüyüşümüz saatler sürüyor. Her adımda biraz daha yukarıya ulaşıyoruz. Birçok dağcının yalnızca rüyalarını süsleyen yüksekliler ayaklarımın altında; hem de dağcı olmadığım halde, hem de Akut Dağ Hastalığı’nın pençesinde acıyla kıvranırken…
Ya Everest?
O da nazlı bir gelin gibi cilve yaparak Nuptse Dağı’nın arkasına saklanmış, bizi bekliyor, bizi en güzel haliyle karşılayacak…
Biz de onun oyununa katılarak yeniden göz kırpana kadar yürümeyi sürdürüyoruz. Bu güç veriyor! Günlerdir ulaşmaya çalıştığımız hedefimize böylesine yaklaşmışken dağ hastalığı falan kimin umurunda…
Ve 5.364 metrede mutlu son…

NOT: Bu yazı Female Dergisi'nin 'Simurg' köşesinde Eylül 2010 sayısında yayınlanmıştır.

Daha Yeni Kayıtlar Önceki Kayıtlar Ana Sayfa