Blogger Template by Blogcrowds



Bir yıl önceydi…

En yakın arkadaşım Mehmet Çevik’in davetiyle Adana’da çekimleri yapılan Hanımın Çiftliği dizisinin setindeydim. Teneke Mahallesi’ndeki seti dolaşırken, Yılmaz Güney’in ‘Umut’ filminin de aynı mekanda gerçekleştirildiğini ve hemen dibinde durduğum çeşmenin olduğu yerde, atı ölen Yılmaz Güney’in ağadan para istediği sahnenin çekildiğini öğreniyorum. Bu arada görüntü yönetmeni son hazırlıklarını tamamlamaya çalışmakta, dizinin yönetmeni çekeceği sahnenin ayrıntılarına son biçimini verebilmek için setin ortasında dolanmakta, kostümcüler bir an önce oyuncuları giydirebilmenin telaşında, bir başkası makyajla uğraşmakta, bir diğeri ezberleri kontrol etmekte, herkes akşamın ayazında koşuştururken fazlasıyla üşüyenler bir köşedeki ateşin başında ısınmaktaydı…
Setteki oyuncular ve teknik ekiptekilerle tanıştırılırken “Bu genç adama dikkat et,” diyen arkadaşım, dizide oğlu Hamza rolünü oynayan Haki Biçici’yi işaret ediyor.

Yağmura yakalanma olasılığı yüzünden çekimin ertelenebileceği düşüncesi ekiptekileri tedirgin ediyor. Çekime başlıyorlar. Hafiften serpiştiren yağmurda aksilik olmadan ilerlenirken, yağmur temposunu arttırmaya başlayınca şemsiyelerin altında ara vermeden çekime devam ediliyor. Bir dakikalık görüntü için gece boyunca çalışacaklar; kolay gibi görünen işlerinin hiç de kolay olmadığını, iyi paralar kazanıyorlarmış gibi görünseler de, karşılığını fazlasıyla verdiklerini düşünmeden duramıyorum…

Ben iki kat giyilmiş kazağın altından gecenin ayazını ve deri montumun kapüşonuna serpiştiren yağmuru fazlasıyla duyumsamaktayım. İncecik gömlek ve ceketleriyle üşümüyormuş gibi davranan oyuncular ise sonu gelmeyecekmişçesine tekrarlanan çekimler sırasında yerlere devriliyor, çamura bulanıyor, alnının ortasına kafa darbesi alıyor, bu sırada canları acısa bile, gerçek acılarını gizleyerek, rol gereği acı çekiyormuş gibi yapıyorlar; açı, karşı açı, uzak plan, yakın plan, genel çekimler, ayrıntılar, bir tekrar aşağıdan, iki tekrar yukarıdan, onun omzundan, ötekinin bacaklarının arasından derken dört saatlik çekim maratonunun sonuna geliniyor…

Hepsi birkaç dakika sizleri televizyonun başında oyalayabilmek için!

Aradan geçen bir yıl içinde arkadaşımın uyarısını önemseyerek Haki Biçici’nin başarıyla canlandığı Hamza karakterini daha dikkatlice izliyorum; kız kardeşini dövüyor, onun aşık olduğu erkekle kavgalar ediyor, bir cahillik yapıp kız kardeşinin kocasını öldürerek cezaevine düşüyor ve Hanımın Çiftliği dizisinin 51. bölümünde ibret-i alem olsun diye şehir meydanına kurulan darağacında idam edilişiyle de rolü sona eriyor.

Ben duygusal yoğunluğu fazla olan idam sahnesini televizyonda izlerken, çekimlerin yağmurlu bir havada yapılmış olmasına takılıyorum. Bu ayrıntı beni ister istemez bir yıl öncesine geri götürüyor. Set işçisinden teknik ekibine, oyuncusundan yönetmenine kadar verilen emeği yeniden anımsıyorum.
Dizi filmdeki sürecini tamamlayan Haki Biçici ise Mehmet Aslantuğ ya da Fikret Kuşkan gibi Adana’daki setlere veda ederken, Hanımın Çiftliği’ndeki macera kendi içindeki yolculuğuna devam ediyor.

NOT: Bu yazı Famale Dergisi'nin (http://www.female.gen.tr/) 2011 Şubat sayısındaki 'Simurg' köşesinde yayınlanmıştır.



Yüzlerce araç…

İçlerinden bir kamyon!

Bir anda karşı karşıya kaldığım kamyonun önünde kocaman harflerle ‘BABAM SAĞOLSUN’ yazısı…

Birkaç saniye öncesine kadar Avrupa standartlarına uymayan karayolundaki konvoyun arasındaydım. Trafik kurallarına uygun olarak sollama yapmış, önce bir binek otomobili, sonrasında da bir kamyoneti geride bırakmıştım. Bir otobüsü geçeceğim sırada hatalı solama yapan kamyon şoförüyle karşı karşıya kaldım. Sağımdaki araçlar çıktığım boşluğa sızmama izin vermedikleri için yavaşlayamıyordum. Göz göre göre ölüme giderken kimselerin umurunda değildim! O yaklaştıkça yaklaşıyor, korna çalıyor, selektör yapıyor, ben de çaresizlik içinde selektörle karşılık veriyordum.

En sonunda uzlaşmayı becerebildik; kamyon şoförü yavaşlamaya çalışacak, ben ise hızlanacaktım; üç ya da dört saniye içinde otobüsü geçerek kendi şeridime ulaşabilirsem hayatta kalabilecektim. Gaza sonuna kadar bastığım halde arabamın hızında pek değişiklik olmadı. Siz benim yerimde olsaydınız ne yapardınız? Aynı şeyleri yapacağımızı sanmıyorum…

Ben yaşamımın son üç saniyesine doğru ilerlerken, kamyonun önündeki yazıya takıldım: Baba çocuklarından birine kamyon sahibi olabilmesi için yardımda bulunuyor. Bu jestin altında ezilen evlat ise şükran duygusuyla kamyonunun ruhsatını babasının üstüne çıkarmak yerine tabelacının önüne çekiyor.

‘Yaz,’ diyor. ‘Kamyonun en görünen yerine, en kocaman harflerle ve en güzel yazınla…’

Yaratılmak istenen sanat eseri yavaşça beliriyor; önce ‘B’, sonra ‘A’ derken, kamyonun önündeki kocaman ‘BABAM SAĞOLSUN’ yazısı tamamlanıyor…

Allah her aileye onun gibi hayırlı evlatlar ihsan eylesin!

Amin…


Son iki saniyemde evlenebilmek için babasından yardım alanları düşünmeye başladım: Evlilikte başlık, düğün, takı derken önemli paralar dönüyor. O evlatların da babalarına bir jest yapmaları gerekmez mi? Yoksa gelin almak kamyon almaktan daha mı önemsiz? Eş için de aynı duyarlılık gösterilerek gelinin görünür bir yerine ‘BABAM SAĞOLSUN’ yazılı bir dövme yaptırılabilir mesela…

Yaşasın aile içi ilişkiler!

Son bir saniyeye gelindiğinde hala kamyon yazılarının arasından sıyrılamamıştım: Bir gün peder bey öldüğünde ne olacak? Ya kamyonla cenazesi taşınacak olursa? Ya anlamını yitiren yazıyı görenler ne düşünecek? O yazıyı sildirsen ve sildirdiğin yere ‘RUHU ŞADOLSUN’ gibilerinden bir şeyler yazdırsan, çok daha başka bir şey olacak, ne yapsan iş değil…

Son saniyede kimselerin ‘ruhu şad olsun’ demesine gerek kalmadan otobüsü solladım. Geriye kalan saliseleri de kamyon şoförüne korna çalarak, cinsel içerikli el hareketleri ve küfürler yağdırarak tamamladım.

Bir kamyon yazısı işte…




NOT: Bu yazı Masculine Dergisi'nin (http://www.masculine.gen.tr/) 2011 Şubat sayısındaki 'Simurg' köşesinde yayınlanmıştır.

Daha Yeni Kayıtlar Önceki Kayıtlar Ana Sayfa