Bazen…
O zaman hiç bitmesin istersiniz…
Hiç bitmesini istemediğiniz halde nasıl geçip gittiğini
anlayamadan, hatta sonuna yaklaştığınız kaygısıyla saate bakmaya çekinseniz
bile, siz zamana karşı ne yaparsanız yapın, zaman sizi umursamadan geçip
gidecektir…
Bu külkedisinin gecenin yarısına kadar prensesler gibi baloya
katılmasına benzer; ne balo salonunun tadını çıkarmaya zaman vardır, ne prensle
yaptığı dansın keyfini çıkarmaya yeter, kısıtlı zaman içinde ayağındaki
ayakkabıya bile sahip çıkamaz…
Bu çok sevdiğiniz birini bayram günü cezaevinde ya da asker
ocağında ziyaret etmeye benzer; bir sonraki bayrama kadar göremeyeceğinizin
farkında olarak gözlerinin içine bakar, bütün söyleyeceklerinizi kısacık bir
zaman diliminde anlatmaya çalışır, hiçbirini söyleyemeden görüşmenin
tükendiğine tanık olursunuz…
Bu coşkuyla sevişmeye benzer; yaşanılan anın büyüsüne kendinizi
kaptırır, sonsuza kadar sürmesi için tanrıya bir dilek göndermeye fırsat
bulamadan, yerini bir rahatlamaya, bir huzura terk ederek, keyfini istediğince
yaşayamadan tükenip gidecektir…
Bu Peter Handke’nin ‘Kalecinin Penaltı Anındaki Endişesi’
kitabının adına benzer; penaltıyı atacak futbolcu güçlü bir krampon darbesiyle
kaleye topu yollamış, kaleci topun gittiği yönü görmüş, topun kale çizgisini
geçişine saniyenin bilmek kaçta biri kadar zaman varken bir kedi çevikliğiyle
topa doğru hamle yapmış, kalecinin topu
yakalayabilmesi için saniyenin bilmem kaçta biri kadar daha zamana gerek
vardır, zaman ise kaleciyi umursamadan geçip gitmektedir…
Bu zaman herkes için böylesine hızla mı akmaktadır?
Kendinizi penaltı vuruşunu yapan futbolcunun yerine
koyduğunuzda, o futbol topunun yavaşlatılmış bir biçimde kale çizgisine doğru
ilerlediğini, kalecinin ise hızlandırılmış bir hareketle topa hamle yaptığını
düşünürsünüz…
İstenmeyen bir sevişmenin bir türlü sonu gelmez…
Cezaevinde ya da asker ocağında yaşadığın zaman ziyaretine gelen
sevdiklerinle geçirdiğin zaman gibi hızla akıp gitmez…
Kendimizi külkedisinin yerine koyduğumuzda üvey annenin
eziyetinden bir türlü akşam olmayacaktır…
Bu satırları karalarken, tükenmek bilmeyen zamanlar yaşamımızı
doldururken, bir anda tükettiğimizin zaman dilimlerinin parmaklarımızla
gösterilebilecek kadar az olduğunu anımsadım. Yaş elliye dayandığında, zamanın
milim milim ilerlendiği günler geride kalıp, günlerin takvim yapraklarının
koparılma hızında tükenmeye başladığında, herkes dil birliği etmişcesine ‘Bir
ömür göz açıp kapayana kadar geçip gitti,’ hayıflanmalarına başlamaktadır…
Zamanın olumsuzluklarla dolu olduğunu dile getirirken zamana
karşı haksızlık mı yapıyoruz?
Yaşamımız acı ve tatlı anılarla dolu dolsa da yaşamanın kendisi
başlı başına bir olumluluk değil mi?
Yaşamak…
Var olmak yani…
Milyarlarca aday arasından sıyrılmayı becerip, bu uzamda ve
zamandan varoluşumuzu hafife alarak kendimize haksızlık yapıyor olabilir miyiz?
Neyse, boş verin…
Sizin yaşamınız nasıl akıp gidiyor?
Siz onu söyleyin…
NOT: Bu yazı Famale Dergisi'nin (http://www.female.gen.tr) 2012 Kasım sayısındaki 'Simurg' köşesinde yayınlanmıştır.
Etiketler: BAZEN, FEMALE DERGİSİ, MEDYATİK YAZILAR
Sonraki Kayıt Önceki Kayıt Ana Sayfa
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
0 yorum:
Yorum Gönder