Bahar gelmişti artık…
Bir kafeteryanın deri koltuğunda kahvemi yudumlarken, her
gördüğü yere sızan güneşin varlığı iyiden iyiye kendisini hissettirmekteydi. Karşımdaki
deri koltuk ile aramızdaki sehpaya yerleşen güneşin ışıltısından huzursuz olan
gölgeler sehpanın altına gizlenmek zorunda kalmıştı. O ışıltılara karışmış
rüzgarın akışkan gölgesi ise seramik zeminde biçimden biçime girmekteydi.
Milyarlarca yıllık geçmişine karşılık büyümemiş bir çocuk
gibi davranan güneşin oyunbaz davranışları kafeteryanın dışında da sürmekteydi.
Yoldan geçen araçların metalik rengine çarparak küçük parçalar halinde çevreye
dağılan yansımalarını izlenmeye başladım: Bir parça güneş ışıltısı yolcularla
tıka basa dolu minibüsün camına çarpıyor, oradan bir başka kamyonun tekerlekleri
ile asfaltın arasında yok oluyordu. Bir aracın penceresinden kollarını uzatan küçük
bir kız çocuğu ortalığa savrulan ışıltının parçacıklarını yakalayabilmenin
telaşındaydı. Bir başka parçası ağaçların dallarında ya da çimlerin
arasındaydı. Çoğu ise geldiği gökyüzüne geri dönmüştü…
Bir süredir takıldığım manzaranın yarattığı coşkuyla
kalemimi elime aldım. Baharın gelişini anlatan bir yazıyı zaman yitirmeden satırlara
dökmeliydim. Bir an önce içimi kıpır kıpır eden harfleri kelimelere, kelimeleri
cümlelere, cümleleri paragraflara dönüştürmek için cebimdeki not defterine
uzandım.
İlk satırlarımda ılgıt ılgıt esen rüzgara yoldaşlık eden
güneşinin ruhumu ısıttığını belirtmeliydim. Bir süre güneşin ışıklarıyla oynaştıktan
sonra satırlarımı kafeteryayı çevreleyen çimlere emanet edebilirdim. Kış
aylarının pastel renklerinden arınmış çimlerin daha canlı ve daha yeşil
olduğundan, çam ağaçlarının dallarından, dalları budanmış güllerin
yapraklarından, çiçeklerini açmış bir ağaçtan söz edebilirdim. Gökyüzünde cıvıldayarak
uçan kuşlardan, bir anlığına vızıltısı kulağımın dibinden geçip giden arıdan, içi
içine sığmayan bir kedicikten, beklenmedik bir anda ortaya çıkan rengarenk bir
kelebekten…
Bu görüntüleri güzel bir bahar yazısına dönüştürmeye
çalıştığım sırada oturduğum deri koltuğa yaklaşan bir garson, satırlara
yerleştirmeye çalıştığım bahar yazısının coşkusuyla arama girdi. Son yudumu
tüketilmemiş kahvemin fincanını aldığı sırada varlığının gölgesi sehpanın
üzerini boydan boya kaplamıştı. Bu anı bir fırsat olarak değerlendiren sehpanın
altındaki gölgeler güneşe karşı isyan başlattılar.
“İçiyordum,” dedim.
“Anlamadım efendim,” diyen garsonun bakışları, fincanın
dibindeki kahve kalıntısına yöneldi.
“Bir yudum daha var,” diyerek belirsizliği ortadan
kaldırmaya çalıştım.
“Çoktandır içmiyorsunuz, ben de soğudu diye içmekten
vazgeçtiğinizi düşünmüştüm,” diye kendini savunmaya çalıştı.
Bu arada özür dileyerek parmaklarının arasındaki fincanı
bırakmaya niyetlendi. Sehpanın üstüne yansıyan gölgesi bir o yana, bir bu yana
gidip geliyordu. Ben de güneşin ışıltılarının isyankar gölgelerle itişmelerine
tanıklık ediyordum. Son yudum kahvemi içerek garsonun ikilem içindeki
gösterisini sonlandırdım. O ve gölgesi uzaklaşırken, savaşı yitiren gölgeler
sehpanın altına geri çekildi.
Ya ben?
Bir bahar yazısı yazmak için kalemimi ve not defterimi elime
almıştım, değil mi?
Kaldığım yerden devam etmeye çalıştım. Az önce
düşündüklerime yabancılaşmış gibiydim. Seramik zemindeki rüzgarın akışkan
gölgesini izlerken gerçek bir bahar yazısı oluşturamayacağımın endişesine
kapıldım…
Yoksa seramik zemine yansıyan araçların egzozlarından çıkan
gaz ya da kafeteryada içilen sigaranın dumanı mıydı?
Kafeteryanın üstünde uçuşan kuşların, yoğun trafiğinin gürültüsünden
kanat şıkırtılarını duyabilmek olanaksızdı; içlerinden birisi yön gösteren
tabelalardan birine kondu, bir başkası elektrik direğinin üstüne tünedi…
Araçların toz içinde bıraktığı yeşilliklerde dolanan arıcık,
çöp sepetinin içindeki kağıt bardaklardaki şekerli kahve artıklarında aradığını
bulmaya çalışıyordu…
Çimlerin arasında dolaşan sokak kedisi bodur bir ağacın tozlanmış
yaprağını anlamsızca yalamaktaydı. Yaptığı saçmalığın farkına vararak bir başka
bodur ağacın gölgesine saklandı, oradan hoplaya zıplaya uzaklaşarak ağacın
gölgesini değiştirdi, en sonunda havada uçuşmakta olan bir poşetin içinde
aradığını bulmaya çalıştı…
Bu kaosun içinde kısacık ömrünü geçirmek zorunda kalan
rengarenk kelebek belki de kuşlardan ya da arıdan daha mutsuzdu…
Yoksa bahar gelememiş miydi?
Yoksa bahar dedikleri bu günlerde duyumsadıklarımız mıydı?
Yoksa aylar süren yolculuğu sırasında kitaplarda okuduğumuz,
sinemalarda izlediğimiz, çocukluğumuzdan anımsadıklarımızdan uzaklaşarak
bambaşka bir bahara mı dönüşmüştü?
En sonunda baharı yazmayı bıraktım…
NOT: Bu yazı Female Dergisi'nin (www.female.gen.tr)Nisan 2011 'Simurg' köşesinde yayınlanmıştır.
Etiketler: FEMALE DERGİSİ, MEDYATİK YAZILAR
Sonraki Kayıt Önceki Kayıt Ana Sayfa
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
0 yorum:
Yorum Gönder