Blogger Template by Blogcrowds

Bu seçimin sonuçları hakkındaki izlenimlerimi nasıl dile getireceğimi düşünürken, karşıma çıkan bir tanıdığın yüzünden kendimi bambaşka bir dünyada buluverdim; hem çok bildik bir dünyada dolaşıyorduk, hem de bir o kadar uzaktı sözünü ettikleri…
“Dolar kaç lira oldu?” diye basit bir soru cümlesinin karşılığında döviz kurlarının hızla yükselmesinin nedenlerini anlatmaya başladı.
Hepimizin bildiği gibi Amerikan ekonomisi kötüleştiği halde doların Türkiye’deki engellenemeyen yükselişi sürüyor. Düz bir mantıkla bakıldığında doların yerlerde sürünmesi gerekir. Karşımdaki kişinin tatmin edici açıklamalar yapacağını umarak dinliyorum.
En başından lafın ucunu Amerika’nın çöken ekonomisinde yaşanan krizin ayrıntılarına dayadı, devamında Amerika’nın ‘Büyük Ortadoğu Projesi’ne, hemen arkasından Amerika’nın Türkiye’yi parçalamak için giriştiği eylem planına, Irak sorununa, Afganistan sorununa…
Oralara kadar neden uzandık ki?
Karşımdaki kişinin Amerika’ya sempatisinin olmadığı belli, benim de yok; dinlemeye devam…
Afganistan işgalinin küresel dengeleri bozduğunu anlatırken, nasıl bir geçişle Türkiye’nin cari açığına geçtiğimizi bilmiyorum ama kendimi ithalat ve ihracat rejimiyle ilgili uzun bir anlatımın içinde buldum. İthalat ile ihracat arasındaki makasın fazla açık olduğundan dolayı cari açığın kapanamayacağını, ithalatın kısılması gerektiğini, Türkiye’deki hammaddelerin kullanılarak ihracat yapılmasının zorunlu olduğunu, bunun için yapısal değişikliklerin gerektiği, üretim olmadan tüketmenin memleketimize faturasının yüksek olacağını…
Hızla yükselen döviz kurlarına döneceğini sanıyordum…
Yanılmışım…
Türkiye ile Fransa’nın dış politikasını konuşmaya başlamışız farkında olmadan; Fransa’nın cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin ilk karısından boşanmasının doğru olmadığı, yine de ikinci karısı Carla Bruni’nin çok güzel olduğu, Fransa’daki araba yakma olaylarının dünyayı yeni bir dönemin eşiğine getirdiği, Zinedine Zidane’ın İtalyan futbolcu Marco Materazzi’ye kafa atmasının da bu olaylarla doğrudan doğruya ilgili olduğunu…
“O maçta Zidane’nın yaptığı da…” diye araya girmeye çalışıyorum ama cümlemin sonunu getiremeden Zidane’nın kafası çok gerilerde kalıyor.
İtalyanların futbolu bizim kadar sevdiğini, onların liginde büyük şikelerin döndüğünü, İtalyan mafyasının hala çökertilemediğini, zaten medya patronunun başbakan olduğu bir ülkede daha fazla bir şeyin beklenemeyeceğini…
“Silvio Berlusconi dönemi geride kaldı…”
Hayır!
Geride kalan onun Silvio Berlusconi hakkında söyledikleriymiş. Şu an gelişmiş ülkelerin Afrika’daki sömürgeleri hakkında konuşmaktaymışız; Somali açıklarında kaçırılan gemilerden, Afrika’daki iç savaşlardan, açlıklardan, diktatörlerden, hatta bir dönemler insan eti yediği söylenen eski Uganda devlet başkanı İdi Amin’den…
Anlatılanlarla ilgili söylemek istediğim onlarca söz var. Araya girebilmek için bir nefes boşluğu bekliyorum. O ise dur durak bilmeden karşıma geçmiş konuşuyor; lafın sonu bir türlü gelmiyor; nefes bile almıyor sanki…
Sanki beni konuşturmamaya yeminli…
Hiç duymadığım şeyleri anlatıyormuş havasında ama onun okuduğu gazeteleri ben de okudum, aynı televizyon kanallarını ben de izledim, ona gelene kadar benzer konuları başkalarıyla defalarca konuştum…
Birileri ‘Susma! Sustukça sıra sana gelecek!’demişçesine, yangından mal kaçırırcasına, ondan önce susanın gırtlağına birileri çökmüşçesine…
Tamam!
Susma!
Doğru bildiğin yolda konuşmaktan çekinme!
Yine de söyleyeceklerini söylemeden önce bir dur; biraz düşün; gereksiz konuşma kirliliğine neden olmamaya özen göster…
Söz kalabalığı arasında dünyayı nasıl algıladığımızı başkalarına anlatırken çok becerikliyiz; ama dünyayı gerçekten algılayabildiğimizden kuşkuluyum…
Algılamaya niyetli miyiz?
O da soru işareti!

KOCAELİ DEMOKRAT GAZETESİ

0 yorum:

Sonraki Kayıt Önceki Kayıt Ana Sayfa