Blogger Template by Blogcrowds

Günlerden Pazar…

İki arkadaş; Mehmet Çevik ve ben…

Gün Adana’daki Hilton Otel’in bahçesindeki brunch ile başlıyor; yazdan kalan bir gün diye tanımlamak yerine, hala yazın devam ettiği güneşli bir günde, sabahın serinliğinde üşürüz diye giydiğimiz kazakları çıkararak, kısa kollu tişörtlerimizle başlayan bir kahvaltıdan söz ediyorum…


Bir süredir görüşmemenin açlığıyla sohbetimiz zengin kahvaltının önüne geçiyor, önce bilmediklerimizi konuşuyor, konuları ortak konular haline dönüştürüyor, sonra da ortaklaştırdığımız konuların ayrıntılarına dalıyoruz. Birkaç saate yayılan kahvaltı muhabbetimiz, dizinin bazı oyuncularının bizlere katılışıyla bir süre için erteleniyor. Ekipteki oyuncu arkadaşlarla tanıştırılıyorum:

“Kadir benim üniversiteden sınıf ve ev arkadaşımdır. Kendisi bu işlerle uğraşmak yerine işadamı ve edebiyatçı olmayı tercih etti. Yazdığı yedi romanından ikisi basıldı, beş-altı tane tiyatro oyunu var, vs…”

Oyuncuların arasından masamıza takılan Tayfun Sav, yirmi beş yıl önce devlet tiyatrosunun oynadığı ‘Kara Ağaçlar Altında’ adındaki oyunda dansçılık yaparken bizi çalıştıran dans hocamız; o dönemden sonra ilk karşılaşmamız; benim üniversitedeki en yakın arkadaşlarımdan birisiyle evlendiği halde yollarımız hiç kesişmemiş… Bir an için beni anımsayamasa da, laf lafı açıyor, geçmiş günlerin arasından yirmi beş yıl öncesinin sayfalarını aralıyor, unutulduğunu sandığımız günleri yeniden anımsıyoruz…

Bu arada Mehmet Çevik ile oğlunu oynayan Haki Biçici arasındaki baba-oğul şakalaşmaları yarım şişe pet suyun Haki’nin üstüne boşaltılması ve Haki’nin serinlediğini söylemesiyle son buluyor…

Öğle saatlerinde sete giden bir aracın peşinden otuz kilometre kadar Adana’nın bereketli toprakları üzerinde yol alarak Hanımın Çiftliği’ne ulaşıyoruz…

Orada ekibin geriye kalan oyuncuları ve yönetmen Faruk Teber’le tanıştırılıyorum…


Bu günün programında Güllü’nün düğün sahnesi çekilecek; kalabalık bir figüran kadrosu, geniş bir teknik ekip, oyuncular, meraklılar derken Hanımın Çiftliği’nde baş edilmesi zor bir curcuna yaşanıyor…

Öğleden sonra başlayan çekimlerde adın adım ilerlenirken gün akşama kavuşuyor, biz Mehmet Çevik’le set aralarında sohbet ediyoruz, bu arada sonu gelmeyen fotoğraf çektirme istekleri, onu ne kadar çok sevdiklerini dile getirenler, uzaktan başkalarının sevgilerini ve selamlarını iletenler ve her seferinde aynı espri; şu kızı o kadar dövme kurbanın olayım…

Bu kadar çok kızını döven bir babaya neden böylesine bir sevgi?

Saatler ilerliyor…

Sohbetler ilerliyor…

Set arasındaki Hanımın Çiftliği’ni var edenlerle biraz daha yakınlaşıyoruz…

Hakan Boyav’ın şakacı konuşmaları…

Caner Cindoruk’un öykücü babası hakkında konuşmamız, bir yazarın oğlu olduğundan söz ederken, günün birinde oğlumun yaşayacağı duyguları Caner’in kelimeleri arasında yakalıyorum…

Beyaz gelinliğin içindeki Özgü Namal beyaz bir gelincik kadar narin; içindeki çocuk kıpır kıpır kıpırdanmak isterken, bu çekim gününün hareketsiz geçirmesi gerektiğini söyleyen gelinliğine boyun eymiş, seçme şansı yok, bu gün böyle geçecek…

Set aralarında Mehmet Aslantuğ ile yaptığımız konuşmalar oldukça keyifli; iş adamı ve edebiyatçı kimliğimden yola çıkarak seçimlerini benim gibi kullanan arkadaşlarından söz ediyor, sanat yapmak ile paranın gücü arasındaki ilişkiyi konuşuyoruz, hatta paranın göbeğindeki birini anlatan bir proje yapmayı düşündüğünden söz ediyor…

Bu arada gece yarısını geçeli çok olmuş…


Mehmet Çevik’le baş başa kaldığımızda yaptığımız günlük konuşmaların yerini yaşamın anlamını bulmaya yönelik felsefi diyaloglar almış, geçmişi ve geleceği sorgularken, yılların bizi nerelerden nerelere getirdiğini birbirimize anlatıyor, çeyrek yüzyılı aşan dostluğumuzda bir adım daha ilerliyorduk…

Ben gecenin serinliğinde verandadaki koltukta çevreyi izlerken, gözkapaklarım ara sıra kapanıyor; bu arada dönemin incecik kıyafetleri içindeki üşüyen figüranlar, boş anlarını polar battaniyenin içinde uykulu gözlerle geçiren oyuncular, oyalanabilmek için eğlence yaratanlar, çekimler sesli yapıldığı için sürekli olarak tekrarlanan ‘Sessiz olun!’ uyarıları, hep aynı tempoda çalışmaktan işini sorunsuz yapan teknik ekip ve herkesten daha dinamik yönetmen…

Ben setten 02.00 sularında ayrılarak oteldeki yatağıma geri döndüğümde, onların daha saatlerce sürecek işleri vardı…

Bir günlük emeğin karşılığı on dakikayı doldurmayan televizyon görüntüsü…

0 yorum:

Sonraki Kayıt Önceki Kayıt Ana Sayfa