Blogger Template by Blogcrowds

Kırmızı Işık...

Bilirsiniz işte…
Bir yerden başka bir yere taşınmak büyük telaşları içinde barındırır; bu dünyadan öteki dünyaya gidişin telaşına benzemese de, bir kentten başka bir kente, bir evden başka bir eve, bir kadın ya da erkekten başka bir kadına ya da erkeğe geçişin zorluğunu hepimiz biliriz; keyfini de biliriz tabi…


Son günlerde bir düzenden yenisine geçişin keşmekeşliğiyle uğraşmaktayım; yeni evime bağlattığım telefon söyledikleri günde açılmadı, telefon açıldıktan bir gün sonra da internet aktif hale gelecekti ama bir tek tık sesi bile gelmeyen telefon hattından internete tek tıkla ulaşmak olanaksız…

Eve digitürk bağlatmak için dört-beş gündür teknik servisin peşinde koşmaktaydım; sonunda montajı yapacak teknik servis elemanlarını kapımın önüne kadar getirmeyi becermiş, aynı anda kapımın önünden geçen ev sahibimin apartmanda uydu yayını olduğunu söylemesiyle kararımı değiştirmiş, bin bir zorlukla kapımın önüne kadar getirmeyi başardığım teknik servis elemanını kuru bir teşekkürle geri göndermiştim…

Keşke göndermese miydim?

Neden mi?

Bugün TRT 1’de yayınlanan ‘Kırmızı Işık’ dizisinin yönetmeni Cüneyt Tezcan telefon ederek Yasemin Öztür'le beraber konuk oyuncu olarak oynadığımız bölümün biraz sonra yayınlanacağını hatırlattı.

Herkesin evinde ortalama iki adet bulunan televizyondan benim evimde bir duvarı kapsayacak kadar kocamanı var ama yıllar sonra konuk oyuncu olarak kameraların karşısına geçtiğim televizyon dizisini izletebilecek gücü yok!

Keşke teknik servis elemanını göndermeseydim!

Teknik servis elemanını digitirk’ü bağlatmadan gönderdiğim için hayıflanarak sorunumu çözemeyeceğimin bilinciyle hareket ederek evdeki dekoderle dışarı çıktım. Çok zaman yitirmeden bu işleri yapan bir teknik servisin kapısından içeri girdim. Elimdeki dekoderi uydu yayınına uygun hale getiren bir programı yüklemeyi teklif ettiler. Önerilerini hiç düşünmeden kabul ettim. Bu arada servis elemanını evime gelerek montajını yapması için ikna etmeye çalışıyordum.

“Çok kolay abi,” diyen servis elemanının ikna olmaya niyeti yok gibiydi. “Şu anten kablosunu anten çıkışına takacaksın, sonra da televizyonun düğmesine basacaksın…”

“Benim işlerim bu kadar kolay olmaz usta, illa ki bir yerinden aksilik çıkar, kablolar yanar, dekoder uyduyu tanımaz, anten alıcısıyla elektrik prizini birbirine karıştırarak çarpılırım, bu yüzden televizyonun başında can çekişerek ölebilirim,” diye ikna turlarına devam ettim. “Vicdan azabı duymak istemiyorsan hayır duası ya da para karşılığında bana yardım et, senin sayende yıllar sonra televizyonda kendimi izleyip, 16:9 ekran formatında ne kadar şişman göründüğüme karar vereceğim…”

Ne kadar zorlarsam zorlayayım ikna olmadı!


Yeni program yüklenmiş ve ara bağlantı kablosu eklenmiş dekoderimi kolumun altına alarak evime geri döndüm. Dizinin başlamasına yaklaşık kırk dakika varken merdivenleri tırmanıyordum. Kapının kilidini açtığımda otuz sekiz dakika kalmıştı. Otuz yedinci dakikada kapıdan içeri girdim. Aynı dakikanın içinde koridorun lambasını açmak için açma-kapama anahtarına dokundum ama lamba yanmadı.

Patlamış olmalıydı!

Aksilik işte!

Umarım başka bir sorun yoktur!

Diğer odanın lambası da yanmıyordu, hiçbir lamba da yanmadı; elektrikler kesikti…

Lanet olsun!

Otuz altıncı dakikanın içinde en az üç kere daha lanetler yağdırdım!

İki bin on yılında bütün aksiliklere kapımı kapattığımı ilgili birimlere iletmiştim ama arada bir iletişim sorunu olmalıydı; bu ne gayriciddilik, üstelik daha yılın ilk ayı bile dolmadan…

Dizinin başlamasına yarım saat kala lanetler savurmak yerine çözüm üretmeye odaklandım. En iyi çözüm şehrin bir ucundan diğer ucuna (Balgat’tan Keçiören’e)gitmek, Tutkun’un anneannesindeki tüplü televizyon teknolojisiyle üretilen en küçük ekranlı televizyonda ‘Kırmızı Işık’ dizisini izlemekti. Bunu başarabilmek için de Ankara’yı baştanbaşa yarım saatten kısa bir zamanda geçebilmeliydim. Dizinin başlamasına yirmi dokuz dakika kala zaman yitirmeden yola çıktım. Bir elimde üç-beş dosta haber verebilmek için kullandığım telefon, diğer elimde arabanın direksiyonu, sağ ayağım köküne kadar basılı olarak yirmi dakikada yolculuğum sona erdi.

Lütfen kimseler tehlikeli bir iş yaptığımı söylemesin…

Biliyorum…

Nereden bildiğimi de söyleyeyim…

İzlemek için kendimin ve başkalarının yaşamını tehlikeye attığım dizide, bir yerlere yetişmek için hızlı araba kullanan, bu arada telefonla konuşan iki kişinin birbirlerine nasıl çarptıkları anlatılıyordu; arabayı kullanan işadamı rolünü de ben oynuyordum…

Yalan dünya dedikleri bu olsa gerek…

0 yorum:

Sonraki Kayıt Önceki Kayıt Ana Sayfa