Blogger Template by Blogcrowds

Doğum günü...

Bugün doğum günümken…
Yarım yüzyıllık bir yaşamı geride bırakmama birkaç yıl kalmışken…
Bir berber koltuğunda oturmuş, aynadan beni, benim saçlarımı kesmeye kendini kaptırmış berberi ve berberin kestiği saçların kucağıma dökülüşünü düşünüyor, siyah ve gün geçtikçe fazlalaşan beyaz saçlara dikkatlice bakıyor, seyrelmeye başlayan saçlarımın ruh halini biraz daha anlamaya çalışıyorum…

O saçların arasında otuz üç yıldır arkadaşlığımı sürdürdüğümü bir arkadaşımı görüyorum; onunla yaşadığımız onlarca aşk, yüzlerce macera, binlerce anının arasından ilk aklıma gelen; deniz kenarında bir büyük votkayı iki şişeye paylaştırdığımız, üstüne portakal suyu takviye ettiğimiz, tek kişilik yer yatağını dalgaların dibine kadar çektiğimiz, votkalarımızı içerek gökyüzünde kayan yıldızları seyrettiğimiz, her kayan yıldızın birinin öldüğü anlamına geldiğini, ellerinle kayan yıldızı göstermenin uğursuzluk getireceği düşüncesiyle, ‘Hı?’ gibilerinden bir soruyla görüp görmediğini onaylattığımızı, eğer gördüyse ‘Hııı,’, görmediyse de ‘Ihhıı’ yanıtı alarak sızıp kaldığımız geceyi anımsadım…
İlk aşkımı düşündüğümde yirmi sekiz yıl öncesi aklıma geliyor; bir tiyatro binasında, sahne ışıklarının oldukça az, seyir yerinin bütünüyle karanlık olduğu ortamda, gizlemeye çalıştığım gözyaşlarıyla ilk aşkımın öğretmenine duygularımı anlatıyorum…

En eski arkadaşım kadar önemsediğim üniversite arkadaşımla, yirmi altı yıl öncesinde, bir gecekonduda, dört unutulmaz yılımızı paylaşmıştık; yeni tanıştığımız iki kız arkadaşın yurda giriş saatlerini kaçırmaları için iki saat boyunca ‘Mor Adam’ hikayesini anlattığımı, sonuçta kızların yurda giriş saatini kaçırdıklarını ama hikayenin sonunu öğrenemediklerini kendi kendime gülümseyerek anımsıyorum…
Üniversitede aynı ders sırası paylaştığım arkadaşım da onun kadar özeldi…
Bir zamanlar iş ortağım ve asker arkadaşımla birçok unutulmaz anının arasında yirmi yılı geride bırakmışız…
Ev, eş, çocuk derken tanıştığım, gerçek yaşam mücadelesinin kolay ve zor günlerinde bir arada olduğumuz arkadaşımla on beş yıl geride kalmış…
Bir dernek ortamında tanıştığım on üç yıllık arkadaşımı da listeye ekleyeyim…
Berberin koltuğundan önüme dökülen saçlarıma bakarken, eşimle ve oğlumla yaşamımın üç gününden birini beraber geçirdiğimi anımsıyorum; oğlum yaşamının tamamını bizimle yaşarken, eşim ise yaşadığı her iki günden birini benimle geçirmiş…
‘Bir dakikamızı bile boşa harcamayalım,’ derken nerelerden nerelere gelinmiş…
Ben olmasaydım da bu dünyadaki yaşam daha farklı olmayacaktı; kötüler yine kötülüklerini yapacaklar, iyiler yine iyi olmaya çalışacaklar, ne iyi ne de kötü olanlar da iyi ya da kötü yaşamlarını sürdüreceklerdi…
Ama, fakat, lakin…
Ben olduğum için bu dünyanın bensiz bir dünyadan daha farklı olduğunu da kabul etmek gerekir; dünyanın bir ucunda kelebek gibi çırptığım kanatlarım, dünyanın başka bir yerinde depremler yaratabiliyor, tsunamilere neden olabiliyor, benim sayemde birilerinin yaşamları değişiyor ve o birileri de başkalarının yaşamlarını değiştirebiliyor; birbirlerini tetikleyen domino taşları misali…
Bundan sonra yaşanacaklar geçmişte bıraktıklarından daha az olacak; her gün birileri eksilecek, bir gün de berberin kestiği siyah ve beyaz saç kırpıklarını geride bırakarak eksilenlerin arasına karışıp gideceğim…

0 yorum:

Sonraki Kayıt Önceki Kayıt Ana Sayfa