Blogger Template by Blogcrowds

Kendini Yitirmek...

Bazen…
Kendini yitirir insan; hangi zamanda yaşadığını bilemez, nerede olduğunu bulamaz…
Kimi zaman da sevdiklerinde birini yitirir; annesidir, babasıdır, arkadaşıdır, sevgilisidir, çocuğudur belki de, belki de uzaktan uzağa takip ettiği medyatik biridir; bir anda gözünün önünden kaybolur gider, parmakları parmaklarından ayrılır, bir daha seyrek duyar adını başkalarının dudaklarından…
Zamanla yitirdiğinin yokluğuna alışmaya başlarsın…
O olsa iyi olur ama olmasa da olabildiğini anlarsın…
Ya yitirdiğin kişi sensen?
Sen kendin olmadan yaşamaya ne kadar devam edebilirsin?
Kendi bedeninde başkasını yaşamayı ne kadar kabullenebilirsin?
Mevlana’nın dediği gibi; göründüğün gibi olamıyorsan olduğun gibi görünmenin bir yolunu bulmaya çalışmalısın!
Bu nasıl bir yoldur?
Bir başkasını arıyor olsan, polise gidersin, hastanelere bakarsın, gazetelere kayıp ilanı verirsin, dedektifler falan tutarsın…

Ya kendini aramaya çıktığında?
Bir polis karakoluna gidip ‘Ben kendimi arıyorum!’ diye şikayet dilekçesi veremezsin, hastaneleri dolaşarak ‘Beni buralarda gördünüz mü?’ diye soramazsın, gazetelere ‘Beni görenlerin bana haber vermesi durumunda mükafatlandırılacaktır,’ diye ilanlar yayınlatamazsın, tutacağın dedektif parasını arayandan mı yoksa aranılandan mı alacağını bilemeyecektir…
Kendini yitirmene neden olan kişi eşin olabilir mi?
Çocuğun da olabilir!
Ev halidir, iş halidir, bin bir türlü dünyanın hali var, onlardan biridir!
Nazar deymiş de olabilir!
Ya da tanrının işidir…
Belki de çok uzaklara gitmeden Yunus Emre’nin sözlerine kulak vermek gerekmektedir; her ne ararsan kendinde ara, Kudüs’te, Mekke’de, hacda değildir…


NOT: Bu yazı Famale Dergisi'nin (http://www.female.gen.tr) 2014 Kasım sayısındaki 'Simurg' köşesinde yayınlanmıştır. 

0 yorum:

Sonraki Kayıt Önceki Kayıt Ana Sayfa