Blogger Template by Blogcrowds

Hanımın Çiftliği 2...

Hanımın çiftliği…

Bir kez daha ilgiyle izlenen televizyon dizisinin setindeyim. Daha önceki yazılarımın birinde setteki izlenimlerimi paylaşmıştım. Bu seferki izlenimlerimi de devamına eklemek istiyorum…


İki gün önce çekilmesi planlanan bir kavga sahnesi için ben, Mehmet Çevik ve Caner Cindoruk’la birlikte kırk kilometre uzaklıktaki Karataş ilçesinin Oymaklı Köyü’ndeki Teneke Mahallesi’nde kurulan sete doğru yola çıkmıştık. Yarım saatlik yolculuğun çoğu sağlık üstüne yapılan konuşmalarla geçti; Mehmet serum tedavisinin yeni bittiğini söylerken, Caner elindeki poşeti dolduran ilaçları neden kullandığını anlatıyordu. Gecenin dördünde çekimi bitirip, ertesi sabahın dokuzunda yeniden sete dönmek oldukça zor olmalı…

Teneke mahallesine ulaştığımızda, görüntü yönetmeni Oktay Başpınar her zamanki dinamikliğiyle hazırlıklarını tamamlamaya çalışmakta, dizinin diğer yönetmeni Şengül Atak çekeceği sahnenin kafasındaki ayrıntılarına son biçimini verebilmek için çekim alanında dolanmakta, kostümcüler bir an önce oyuncuları giydirebilmenin telaşında, bir başkası makyajla uğraşmakta, bir diğeri ezberleri kontrol etmekte, herkes akşamın ayazında koşuştururken fazlasıyla üşüyenler bir köşede yanmakta olan ateşin başında ısınmaktaydı…

Ben Teneke mahallesindeki seti dolaşırken, Yılmaz Güney’in Umut filminin de aynı mekanda çekildiğini, hemen dibinde durduğum çeşmenin olduğu yerde, atı ölen Yılmaz Güney’in ağadan para istediği sahnenin çekildiğini öğreniyorum. Yaklaşık üç saat sonra kavga sahnesinin seti hazırlanıyor, provaları tamamlanıyor, tam çekime başlanacağı sırada oyunculardan birinin rahatsızlanmasıyla çekim iki akşam sonrasına erteleniyor…


Bu sabah da Mehmet Aslantuğ, Mehmet Çevik ve Haki Biçici’nin çırçır fabrikasında geçen bir sahnesi var; set yine kırk kilometre uzaklarda bir yerlerde… Bir dakika bile sürmeyecek bir görüntüyü çekebilmek için yarım gün boyunca çalışılıyor. Çekim aralarında oyuncularla sohbet ederken, kolay gibi görünen işlerinin hiç de kolay olmadığını, iyi paralar kazanıyorlarmış gibi görünseler de, karşılığını fazlasıyla verdiklerini düşünmeden duramıyorum…

Öğleden sonra çekimin tamamlanmasıyla kilometrelerce yolu gerisin geriye dönüyoruz. Otelde birkaç saatlik dinlenme sonrasında kırk kilometre uzaklıktaki Teneke Mahallesi’ne gideceğiz. İki gün önce yarım kalan sahne yeniden çekilecek. Biz sete ulaştığımızda bütün hazırlıklar tamamlanmış, yağmura yakalanma olasılığı yüzünden çekimin ertelenebileceği düşüncesinin ekiptekileri tedirgin ediyor. Oyuncular arabadan iner inmez çekime başlıyorlar. Hafiften serpiştiren yağmurda aksilik olmadan ilerlenirken, yağmur temposunu arttırmaya başlayınca şemsiyelerin altında ara vermeden devam çekime devam ediliyor.


Deri mont ve iki kat giyilmiş kazağın altından gecenin ayazını, kapüşonumun üstünden de serpiştiren yağmuru fazlasıyla duyumsuyordum. İncecik gömlek ve ceketleriyle üşümüyormuş gibi davranan oyuncular ise sonu gelmeyecekmişçesine tekrarlanan çekimler sırasında yerlere devriliyor, çamura bulanıyor, alnının ortasına kafa darbesi alıyor, bu sırada canları acısa bile, gerçek acılarını gizleyerek, rol gereği acı çekiyormuş gibi yapıyorlardı; açı, karşı açı, uzak plan, yakın plan, genel çekimler, ayrıntılar, bir tekrar aşağıdan, iki tekrar yukarıdan, onun omzundan, ötekinin bacaklarının arasından derken dört saatlik çekim maratonunun sonuna geliniyor…

Hepsi birkaç dakika sizleri televizyonun başında oyalayabilmek için!

Belki de yanınızdakilerle konuşurken ya da mutfağa meyve almaya gittiğinizde dizinin o sahnesinin fark edemeyeceksiniz…

Belki de kavga sahnelerinden hoşlanmadığınız için başka bir kanala zaplayacaksınız…

Belki de o sahneyi inandırıcı bulmayacak ya da kendinizi dizinin kahramanının yerine koyarak gördüklerinize fazlasıyla ikna olacaksınız…

Ben ise o görüntüleri izlediğim sırada ekranda gösterileni değil, set işçisinden teknik ekibine, oyuncusundan yönetmenine kadar verilen emeği anımsayacağım…

0 yorum:

Sonraki Kayıt Önceki Kayıt Ana Sayfa